Sayfalar

19 Ocak 2012 Perşembe

haziran sıkıntısı

dönüyor bütün yollar gerisin geriye
bir can sıkıntısı, bir lavanta kokusu
almış başını üzerimize yürüyor

düşümüzde mavileri göremez olduğumuz gecelerdendi
deniz siyah gök beyaz toprak siyah göl beyaz
bitmek bilmedi uzun bir yaz gecesi, varlık yokluk meselesi

annenize seslenemeyeceğiniz kadar gerçek bir gecede
"en güzel manzarayı reddedip yürümeye karar verirseniz ne olur?"

aynı kokuyu bir daha alamadığınız, aynı sesi tekrar duyamadığınız
soru sormayı alışkanlık haline getirdiğimiz cevaplarını aramadığımız
ne kaldı durduracak hayat, çıktım yola gerisin geriye

ses verecek soluğum yetmiyor, hiçbir dağ sıkıntımdan erimiyor
kedilerin hepsi öldü, böyle gecelerde uyku bile yanıma gelmiyor
annemin dilini unuttum, babam sanırım tekrar ölüyor
yıldızlardan geçtim kuşlardan ıhlamurlardan, bu haziran
bu gece, bu gece haziran sıkıntısı bir türlü geçmiyor

bir hikaye anlatmayı istemiştim
bu sabah da kötü uyandım, dinletemedim.

birhazirangecesi
berfinb.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Sessizlik

Fotoğraflarla birlikte dondurdukları zamana döndüğümü hayal ediyorum, çocukluğuma, doğduğum ana, annemin karnına, annem ve babamın farklı farklı hayatlarına. Nasıl olmalıydım, nasıl olmalıyım?
“ Kim okuyacak yazdıklarımı? ”
“Sen yaz yeter ki” diyor “ben okurum.”
“ Zaten hep sen okuyorsun, sadece sen; hatta bazen yalnız ben.”

Çoğu zaman ben susuyorum, konuşuyorsun; yazıyorum, sen okuyorsun. Biliyorum beni çok seviyorsun, hiç yalnız bırakmıyorsun. Bir gün gözlerimizin önünde bir ölüm görsek, o ürkek sesin çıkar mı bilmiyorum. Ben yazarım ölümü, gördüğümü yazarım, sen okur musun onu bile bilmiyorum.

“Ne yazmalıyım?”
“ Sen aklına geleni yaz, yaz yeter ki” diyor “ben okurum.”

Tükenmez kalemle bebeklerimin suratını boyadım mı, hatırlamıyorsun, hatırlamıyoruz. Sakin konuşuyorsun, sakin olmuyorsun. Yalnızlık neden ağır herkese? Ama ben hiç yalnız kalmıyorum, beni çok seviyorsun, yalnız bırakmıyorsun.

“ Anneler çocuklarını nasıl öper?” diyor
“ Artık bunu konuşmak istemiyorum.”

Radyonun güzelliği, bir sonraki şarkıyı bilmiyor oluşumuz olmalı. Sevmediğim şarkılarda bile değiştiremiyorum; korkuyorum hep bir sonraki şarkının gizemli güzelliğinden. Tanımadığım insanlarla aynı şarkılarda, hiç bilmediğim insanlarla aynı sebeplerden ağlamak istemiyorum. Uzun zamandır ağlamıyorum. Yalnız olsam belki fakat sen beni seviyorsun.

“Herkes hak ettiğini mi yaşar?” diye soruyorum
“ Yaşadığını hak etmemiş biri var mıdır?” diyor.
“ Ben de onu soruyorum” diyemiyorum, dilim boğazıma dolanıyor.

İnsanların sevgileri gözlerine yansıyordur herhalde, nefretleri gibi. Ne hissettiğimizi bilmediğimizde nasıl göründüğümüzü hayal etmeye çalışıyorum, gözümün önüne hiçbir şey gelmiyor. Ona sormak istiyorum, susuyorum.

“Okumaktan sıkılmadın mı?” diyorum
“ Sessiz ol, okuyorum”
“Bundan sonra okumanı istemiyorum, film izlemek istiyorum günlerce.”
“ Sen yazacaksın, ben okuyacağım diyor.”

Bana verilen buyruklardan hoşlanmıyorum ve yerine getiriyorum. Biliyorum beni seviyorsun, sesinde bir güzellik var, benim için hep en güzelini istiyorsun. Yazıyorum.




13 Ocak 2011 Perşembe

Mektup



Bayım, sizi ilgi ve sevgiyle takip ediyorum. Yaptığınız her şey hayatıma bir yenilik katıyor; benim için değerlisiniz. Keşke aklınızdan geçenleri söylemek için hiç vakit kaybetmeseniz de köklü bir yenilik yaşasalar, benim gözlerim ve sizin sözleriniz. Size bu mektubu yazarken, sizi hiç görmemiş ve tanımaya çalışıyor olmayı dilerdim fakat sanıyorum daha önce birbirimizi gördük ve birkaç kez konuşma fırsatı bulduk, hatta hatırlıyor musunuz bilmiyorum size bir kutu vermiştim ve sonra birbirimizi bir daha gör(e)memiştik. Sanırım o güzel, çok renkli kutunun içinde benim gördüğüm, sizin göremediğiniz ya da sizin gördüğünüz ve benim göremediğim bir daha görüşmemizi engelleyecek bir şeyler vardı, tam hatırlayamıyorum affedin. Umuyorum içinden çok şık bir hediye çıkmasını beklemiyordunuz, sizi böyle yanıltmış, böyle üzmüş olmak istemem doğrusu. İtiraf etmek gerekirse bu kutuyu size verip vermemekte çok kararsızdım ilk konuşmamızda, sanırım sandığımızdan daha ayrıydık. Fakat bir an için umut ettim; aynı şeyi görebiliriz diye baktığımız herhangi bir şeyde, bazen görmediklerimizi birbirimize gösterebiliriz diye, üzgünüm.
Bu bir hayran mektubu değil bayım, sizi küçük düşürmeye uğraşan bir mektup hiç değil.
Bazen ölmüş olabileceğinizi düşünüyorum biliyor musunuz? Sesinizi o kadar az duyuyorum ki… Umarım ölmemişsinizdir bayım, umarım geriye dönmemişsinizdir, umarım eskisinden daha iyidir sağlığınız…
Bu aralar sık sık tren seyahatlerine çıkıyorum biliyor musunuz? Ve yine bu aralar denizlerden biraz korkuyor, onlara uzaktan bakıyorum. Bir trene atlayıp raylar boyunca gitmeyi, denizin ıslattığı toprak yollara inmeyi düşünüyorum ve şehirlerimize uzak bahçeye tekrar tırmanmayı. Benimle gelmeniz hoş olur diye düşünmüştüm bir dönem fakat bir bahçe iki kişi için daha tehlikeli olabiliyor çoğu zaman. Birkaç cümlenizi alacağım yanıma giderken ve kendi cümlelerimle geri döneceğim kalabalık şehirlere, banliyö trenlerini aksatmayacağım.
Eğer atmadıysanız kutuyu bir kez daha açıp, yayılacak notaları takip etmenizi isteyeceğim sizden, tabi zor olmayacaksa.
Dilerim güzel bir yaşamınız olur, dilerim güzel yaşamlarla buluşursunuz.
Hatırlayacağınızı umduğum Herhangi bir Kimse

9 Ocak 2011 Pazar

Sevgili Baylar;

"Ubi tu Gaius, ego Gaia"

Felsefenizin yamaçlarından yüzüstü düştüğüm bu toprak
Artık sudan alabildiğine uzak ve bir tek elma yetişmez sizi kandıracak
Uzaklaşıyoruz madem bu coğrafyadan, herhangi bir duraktan
Atlayacağım otobüse fakat son bir sorum olacak…
Burada bu sivil savaşın zencisi olacak kim kalacak?

berfinbinbir
10’ocak’11// 02:14 // Samatya

15 Aralık 2010 Çarşamba

dörtnaldörtayak


1.

Doğduğumda beni gül suyuna yatırmışlar tutup ayaklarımdan
Öpmüşler durmadan ve durmadan bir adam fısıldamış kulağıma
“Kızıl atlar, güzel atlar, benim güzel kızım en yüksek yerden atlar.”

2.

Kediler uçmayı bilmiyor sevgilim patır patır dökülüyorlar çatılardan.

3.

Her gece ama her gece sesleniyorlar oradan en uzaktan oysa ben
Sana ellerim boş - ıslak, tenim kuru-beyaz gelmiştim aldırmadan
Tırnak aralarımda kalan gül yapraklarına, sırtımı deşen dikenlere
Göğsümdeki gülleri ölmüş ve geçmişe bırakıp, sona gelmiştim

4.

Atlar konmayı bilmiyor sevgilim, nefes nefese en yükseğe koşuyorlar.

5.

Şimdi eklemlerim arasında saklı boşluklar kalın dikenli kementleri saklar
Her koşuda biraz daha aşağıda onlar, can çekişiyor kanlı yeleleriyle kızıl atlar

6.

Ihlamur kokan bir yatakta ölüyor bir adam her sabah, kan sızdırıyor çatılar
Sesleri dinliyor en uzaktan, perdeler çekiliyor göğe, kilitleniyor kapılar

7.

Her sabah ve her akşam, uzaktan gelen sesler onu yutar ve
Her yaz ve her bahar, gül kokusu ıhlamuru boğar oysa ben
Sana içimde seninle ve ellerinle gelmiştim karanlığa aldırmadan
Geleceğin mezarlarına döktüğüm gül sularına, mis kokulu cinayetlere
En baştan tutup öldürmüştüm, en başa dönmüştüm.

8.

Mum alevleri bedenlerde sönüyor; her seferinde içimde bir kedi, bir at ölüyor.


berfinb.
12’aralık’10/ Kadıköy

8 Aralık 2010 Çarşamba

Sarmaşık Hastalığıdır Dünyanın


Tepe taklak olmuş bir kentin sokaklarında uçuşturan beyaz perdelerini laciverte boyalı bir evin, sedasız bir rüzgar geziniyor. Uzun betimlemelerden sıkılıp ağır kitaplar okuyan kocaların karıları inadına özenle temizliyor kitaplıktaki uzun betimlemelerde boğulan öykü kitaplarını, o kocalar bu öyküyü okuyamayacaklardı bu yüzden yazmalı diyor kocalardan uzak duran kadının biri mum ışıkları tütsünün titrek dumanını işaret ederken, özgürlük; okunmayacağını bilmek yazılanın. Rüzgar, çığlık atmaya bayılan martıları teğet geçiyor, topuk sesleri güçlü kendisi cılız bir kadının pardösüsünü incecik titretiyor, parlak kısa saçlarının bittiği yerde beyaz ensesi parlayan kadının sırtına dokunuyor, içi ipince üşüyor kadının. Satırların bittiği yere yakın, sönecek bir mumun endişesini taşıyor özgür kadın; kapalı kapıların altından, pencerelerin kenarında kalan hiç doldurulamayacak boşluklardan girip rüzgar, ya sönerse mum… Koca, gömülüp teorisine dünyanın görmüyor inadına hayatını temizleyen karısını. Beyaz perde karısının yüzünü okşarken dokunmayı teorize eden koca, kitabını yüzüstü bırakıp sehpaya, kırmızı büyük koltuğundan kalkıyor, pencereye yöneldiğinde sokaktan geçen kadının topuk seslerini duyup bakıyor kısa saçlı cılız kadına, belki beğeniyor, belki karısından başkasına dokunmayı istiyor ilk defa fakat pencereyi kapatıp çekiyor karısına dokunan beyaz perdeyi. Kısa saçlı kadın, biraz daha hızlandırıp topuk seslerini bir yandan yakası hiç kapanmayacak pardösüsünün yakasını kapatmaya uğraşıyor, bir otomobildeki yansımasına göz ucuyla baktıktan sonra tek eliyle pardösüsünün yakasını tutup diğer eliyle saçlarının arasında geziniyor. Otomatik yanan sokak lambalarına sövüp gitgide daha hızlı atıyor adımlarını. Özgür kadın, kocası olmayacağından emin olduğu adamın yan odasında evin içinde yankılanan ayak seslerini dinlerken müziğe uydurmaya çalışıyor parmaklarını, gitgide sona yaklaşan bir öykü yazmanın verdiği huzursuzlukla yaktığı sigaraların dumanını mumlardan uzak tutmaya çalışıyor. Kısa saçlı kadın, yaklaştığını anladığında önce cebinde yıpranmış sarı küçük kağıdı çıkarıp özenle yazılmış adrese tekrar bakıyor, arkasından tek katlı evlerden çok uzakta yapılmış soğuk apartmanların adlarına. Yürüyor; bir apartman, bir apartman daha, bu da değil, buluyor. Özgür kadın, yanındaki koca kitaplığa bakıp başlayıp bitiremediği bütün kitaplara iç çekerken; kısa saçlı kadın, soğukta kızaran fakat hala bakımlı parmaklarından en ileriyi göstereniyle doğru olduğunu tahmin ettiği zile önce usulca, sonra biraz daha hızlı basıyor. Çok geride kalan karı-koca yatakta birbirlerine sırtlarını dönmüş kapanan göz kapaklarına inat kitaplarının son satırlarını okuyor, özgür kadın zil sesiyle irkiliyor, halbuki bunu bekliyordu. Karı-koca, kitaplarını çift kişilik yataklarının yanında duran antika komidinlerinin üstüne bırakıp gece lambalarını kapatıp uykuya hazırlanıyor, kısa saçlı kadın zile bir kez daha basıyor. Özgür kadın, masasından kalkıyor mumları için kapalı tuttuğu kapısını açıp, evin kapısına yöneliyor, bir düğmeyle apartman kapısını açarken hiçbir zaman kocası olmayacak adama gülümsüyor. Karı-koca, kısa saçlı kadının apartmanda yankılanan topuk seslerini duymadan yorgan kavgasına son verip, yatağın iki ucundaki yerlerini alıyor. Kısa saçlı kadın ile özgür kadın birbirlerini görüp, çok sade gülümsüyorlar. Birbirlerine hiçbir şey demeden kısa saçlı kadın, özgür kadının hiçbir zaman kocası olmayacak olan adama sarılıyor. Özgür kadın, içinde rüzgar getiren kısa saçlı kadının bilmeden söndürdüğü mumlara bakıp, kağıtlarını toplarken rüzgar, içinde horultularla uyuyan karı-kocanın bulunduğu laciverte boyalı evden uzaklaşıp, tepe taklak şehrin çığlık atmaya bayılan martılarına yöneliyor…


berfinb. 08'aralık'10

8 Kasım 2010 Pazartesi

en çok sevdiğimizi sandığımızla en çok sevdiklerimizi birbirinden ayırdık sandıklarımızda


Vapurlarla uçmanın hayalini kurmuştuk ki
ucuz şaraplarla tabutlara soktum ben babamı
ve annemin sesi artık hapis sanal dünyamda


gerçeklik neydi, bilmiyordum ben sadece
binemedim 12'ye 5 kala kalkan taşıtlarınıza
12'de evdeydim, önce biraz şarap içtik
bazen pencereler sıkışır ve ölür insanlar odalarda
ne morg ne tabut çürür cesetler beden bu değil aslında
tutukluk yapan silahlar yerine vurdum onları ekranlarla
sesimi özlerken onlar bana dokunmayı beklerken öldüler.
12yi çeyrek geçiyordu, aradı. bir şeyler mırıldandı
mekanik sesler vardı,karıncılandı ekranlarım,mekanik sesler
sevgilim biliyor musun? her yerdeyim, her yerdeler.

ben istemedim, bu kez o gitti.Elmalarım saçıldı yerin altına.
Çimlenmeyecekler, yeşermeyecekler.
12buçuğa gelirken inlemelerini duydum,oysa siz de biliyorsunuz
kendisi istemişti ,bir kez daha kilitledim kapıyı, perdeleri çektim
adımı mı söyledi, vicdanım mıydı? bilmiyorum, şaraba uzandı elim.

Uçmak mı? Yüzmek mi? Şimdi ikisi de mavi, çocukluğum bitti.
Çimlenmeyecek, yeşermeyecek.

Ölülerimizin şerefine önce birer demli çay içtik,arkasından
sabahlara kadar seviştik,saat 1i biraz daha şarap geçiyordu.
Sıkışmışlığımızla varlığımız arasında ne fark var?
Oysa ben, biraz sözcük ve müzik, iki parça candım
kızımı ve oğlumu öldürdüm önce çok küçüktüm,
annemi ve babamı ardından şimdi çok büyüğüm.


kargalar çocukluğumu d'eşeliyor mavi göğünüz kan içinde.
Yeşerecek hiçbir şey yok ellerimizde.


Sevgilim, söylemiştim:

en çok sevdiğinle en çok sevdiğini sandığın şeyi özdeşleştirme, yanıldığını gördüğünde en çok sevebilecek bir şeyin kalmayacak,yalnızlaşacaksın.”


berfinbinbir/ 08'Kasım'10
Kadıköy


3 Kasım 2010 Çarşamba

Düştü eller

Az kalsın ağlayacaktım. Az kalsın bugüne kadar ne gördüysem gözlerimden, neye dokunduysam parmaklarımdan kanayacaktı.
Bir Kasım akşamı çıkıp geldiler, en hazırlıksız zamanlarımızdı. Ben yıkmaya başlamıştım hayallerimi ve gerçek bile bir yanılsamaydı, geldiler. Balkondan düşürdüm saksılarda çocukları, en az yarayla ölsünler diye. Ve bağlılık korkunçtu sevgilim, hastaya bağlılık, aşka bağlılık, ölecek olana sarılmak korkunçtu. Korktum, gözlerim doldu. İnsanlar gördüm, başıma ağrılar girdi saatlerce, ağrıdı. Dokundum, dokunanlar oldu, parmaklarım acıdı sevgilim bir ekim sonrası kasım akşamında, kanadılar. Hastalar, ölecek olanlar, aşklar ölmesindi çok yaşasındı, kabuslar bitsindi.Fakat değil şimdi, bu duygusal zırvalamalardan değil,bu bir kasım akşamı yazısı. Çığlıkların yükseldiği, sevindiğimiz, üzüldüğümüz, kimimizin korktuğu fakat sen korkma sevgilim, bu gece anne oluyorum. Bu gece bir bebek doğuyor tekrar, çok önce var, olmuş. Kargalar gelecek uzun uzun bakacaklar martı çığlıklarıyla, korkmuştum bu gece korkmuyorum, sen eğer üşürsen sokul biraz içime. Bu gece izin ver ruhunun bedenime girmesine, bu kasım gecesinde tekrar…
Hepimiz kuşlardan bahsediyorduk ki ben attım seni saksılarda balkonlardan aşağı, parçalandın. Az kalsın ağlayacaktım sen parmaklarını sokmadan gözlerime…

berfinbinbir/mitatmarul*
3-4 ekimkasımaralık 2010

*mitatmarul'a öpücükler bol bol.

31 Ekim 2010 Pazar

Ben, her kimse.


Önce yüzünü buruşturdun ardından ağzını açtın, dudakların oynadı, parçalayan dişlerin göründü, bir sarılık dilinden aşağı doğru kaydı, sanırım bir şey söyledin; duymadım nefes alışverişinden başkasını.
“ Çok ekşi..” dediğine inandım “daha fazla yutamam.”. Korkunç uğultu, ekşi bir koku, ağzımızdaki yaraların acısı, her solukta biraz daha içimde. Kaçmak mı demiştin gitmek mi bilmiyorum aslında sen bir şey demedin ben duydum, kimse beni böyle sevmemişti. “Neye bakıyorsun?” diyecektim gözlerini kapattın, her yer hiçbir yer her şey hiçbir şey hepsi hiçbiri, maviydi.Kimse benden bu kadar nefret etmemişti. Şiirler vardı bir de kadınlar, tükenirlerdi. Çığlıklar vardı ve martılar, her sabah tanrım her sabah bitip tükenmezdi, dokunamaz beklerdim. Reçeteler ve haplar vardı, uyku kaçıran ve uyutan, kanatan kanırtan acı haplar vardı, hayır ekşiydiler ve mavi. Yanan eller ve titreyenler vardı soğuktan, soğukta büyüyen. Geldiler ve gördüm, her şey bitti. Fakat sen, vardın her gün her gece her an vardın, göremedim, bitemedi. Evet, benim o orospu seni ellerinden alan,evet benim o huzur verip ellerinde uyutan, evet benim o giden ellerinden atan. Evet benim o, sevdiğin bazen nefret ettiğin acı veren acı çeken, öldüren benim, ekşi haplar benim, martılar benim, korkunç düşler ve uykusuzluk.
kimsebendenböylenefretetmedi.
Hayır diyorum sana olamam hiçbiri, hiç biri olmadım ben, onların biri belki yüzlerin. Yüzlerindeki öfke yüzlerimde ki keder ve ben ve başka ben.
kimsebendenböylenefretetmedi.
Kulaklarımda uğultu, duyamıyorum. Titreyen eller düşüyor, dokunamıyorum.
kimsebendenböylenefretetmedi
Gözlerim akıyor, ekşisinden. Yutma, ben de yutamayacağım zaten.
kimsebendenböylenefretetmedi.
kimsebendenböylenefret
kimsebendenböyle
kimsebenden
kimse.
sen.
.

berfinbinbir/31 Ekim 2010/Kadıköy

29 Ekim 2010 Cuma

Fırtına Sonrası Sevgiler

Gidenler oldu, “Tamam..” dediler “..gitsinler, kalanlar istedikleri kadar kalabilir.”
“Sen gidecek misin ?” diye sordular, “Bilmiyorum…” dedim “…kapı görünce dayanamam çıkar giderim ama yine de kalmak isterim.”
Gidemezmişim eşikler yükselene kadar, beklemeden gidersem geri gelemezmişim. “Neden?” diye sordum:
“Neden siz, şey, siz neden rahatça gidip gelebiliyorsunuz? Geri döndüğünüzde nasıl girebiliyorsunuz? Peki, ben neden giremeyeyim?”
Bakışları değişti, sinirlendiler sandım fakat sinirlendirmeye yetecek kadar içlerinde mi değilim ne?
‘Çünkü’ ile başlayan bir cümle beklemiştim, gelmedi. Kapılar kilitliydi, rüzgarda açıldılar. Ben kapıya yöneldim, belki açık kalsın kalsın diye belki korkumdan açık kapıdan çeker giderim diye, kapıya yöneldim. Dışarısı soğuktu, rüzgar heryerimi kuruturdu oysa ben özenmiştim; yaralı bereli fakat yumuşaktı ellerim. Dışarısı kalabalıktı, kaybolurdum; korkardım insanlardan. Dışarıda yağmur vardı, ağlamazdım giderken ama yalan söylerdi barlardaki insanlar, süreyya operasının kedileri, sokak lambaları, martılarınız, vapurlarınız yalan söylerdi, ben ağlamazdım giderken.Dışarıda açlık vardı, yoksulluk, oyun, iftira, kör kediler vardı, sakat insanlar, doğuştan deliler, ultra-zenginler,ayyaşlar,sesler, renkler, kokular vardı birbirine karışan; kaldım, çıkmadım.Yine de yöneldi ellerim kapıya bilinçsiz, kapı çarptı. “Alın beni..” dedim, “..gitmek istememiştim, sadece kapı çarpmasın diye...” Almadılar, kapıyı açmadılar, ellerimin üstüne kitlendi kapı, “..sevgilim, lütfen aç,lütfe-en!”
Açmadı. Bir daha yazamadım, dokunmadım onlara...


Yasaklanmış Notlar:

"Yalan söyledim, anlattıklarımın hepsi yalandı.Yoksa nasıl yazardım bunu,yalanlar söylemesem ne anlatırdım sizlere.Onları bilirdim beni severlerdi, artık başka bir yere gitmezdim, gidemezdim.Okuyanlar hep gitmemi ister bilirim, yoksa nasıl çeker ilgisini yazdıklarım. Okuyanlar ölmemi ister, yoksa nasıl inanırlar acı çektiğime. Okuyanlar benden uzaktır, uzak kalsınlar."

berfinbinbir/29.10.10/Kadıköy

27 Ekim 2010 Çarşamba

Kabus

Parisin çöküşüne bakıyoruz bir uçtan bir uca üstümüze yıkılışına

Etrafa saçılırken dokunuşların
göğsümü güzel kuşların parçalıyor,belle.
Hiç senin olmadım, emin olamadım
Belle, seninle kalamazdım.
Eyfel yıkılsın üstüme
En dibine gömüleyin suyun
Doğru değilse sözlerim.
Belle, ne istedin şiirlerimden
Bu kaçıncı şehir altında kaldığım
Enkazını taşıyamam,gitmeliyim belle.

Dünyamızın yıkılışına bakıyoruz, sonsuz boşlukta paramparça oluşuna.

Ateş sönüyor, kaos sonsuza dek sürmez, belle.

27'Ekim'10

25 Ekim 2010 Pazartesi

Sözlüklerden Sözcükler

Bir asit gibi geçen boğazımızdan
Pençelerini saplamış ciğerlerimize
Nefes alıp verdikçe ölüyoruz.

Ait olmanın anlamından uzakta
İçimizdeki kart’allarla
Bir cennetten gidenlere bakıyoruz
Bura’lı olsak bu kadar olmazdı ama
kahretsin uzaklardan geldik istesek
de gidemeyiz artık, sıfırın altında
Duruyoruz, yansak daha mı iyi?

Bana kızma, bir cehennemi taşıyorum
Takalarda mutluluk var,ben ağlıyorum
Bilmeni istemezdim sevgilim ama
Pençeleri de var serçelerin.

Ve bir takanın gidişine bakacağım
İçi boş geri gelişine, hüzünlenmeyeceğim
Yalnızca, gel-git’lerim olacak
belki sen çoktan gitmiş olacaksın
gelmemek üzere, ben artık konuşmayacağım
ölüm üzerine bahislerde, yer almayacağım
oyun bitti,daha fazla kart’almıyorum.


berfinbinbir/ ekimdebirgünikibinon / Kadıköy

23 Ekim 2010 Cumartesi

Kadın*lar


Kadınlar gördüm
Onlarca, yüzlerce
Kadın-lar.

Sokakta yürüyen, işe giden, evden çıkan, terkeden- terkedilen, ölen ve öldüren, peçeli- peçesiz, pençeli-pençesiz, melek, şeytan, vuran- vurulan, yere düşen, ağlarken gülen, gülerken ağlatan, okuyan, ok atan, dövülen, konuşan, hep susan, çocuğunu emziren, çocuğunu öldüren, çocuğunu büyüten, çiçeklere su veren, ağaçları kesen, odun kıran, soba yakan, çay demleyen, içki içen, sevişen, taciz edilen, kitap okuyan, yazı yazan, şiir yazan, oyun oynayan, intihar eden…

Yüzlerce belki binlerce kadın gördüm.
Biliyor musunuz? Hepsi insandı, onlarca yüzlerce binlerce adam kadar insanlardı.Kadın-lar.

Gün'ü İçmek


Bu sabah daha fazla uyumayacağım
ve kuşlardan sözedeceğim sana


1.Bardak

Sessizlik mi demiştin yalnızlık mı, hatırlamıyorum. Ben yalnızca çığlıklarını duydum onların. Sert eserdi rüzgar, sen sert bir kahve içerdin. Bedenim zorlardı beni, azalırdı ellerinde acılarım. Hayır, geçmedi hiçbir şey, ne acısı ne sevinci hayatımızın, hiçbiri bitmedi. Tam bu sabahtı, acıyla uyanışım, seni görüşüm, gülüşün; hepsi bu sabah. Sıcak yatağımızda ben yatıyordum, sen rüzgarlarda oturuyordun. Bu sabah gök-yüzüne tekrar hayran kaldığımı nereden anladın?

Martıların da yuvaları olmalı
Hatta kargaların da
Tekrar yaşanıyorsa aynı an
Ya acı ya sevinç olmalı altında


2. Bardak

Sarınıyoruz satılık anne şefkatine bir kere daha annesizliğimizin şerefine. Paketlenip satılıyor imgelerimiz, ayrılıklarımız, aşklarımız. Pakettekiler güzel olmuyor, güzel kokmuyor ama belki tekrar bu sabah da… Yaşam mı demiştin ölüm mü, hatırlamıyorum. Ben yalnızca kokularını düşündüm onların. Sert kokardı ölüm, yaşamı bilmiyorum. Bu sabah, beni sıcak yatağımıza yatırdın, üşümüştüm sen de ısıttın. Peki, kulaklarımı da tıkar mısın? Duymak istemiyorum kuş seslerini, onların seslerini; bana neşeli bir şarkı çalar mısın? Evet, bir sigara daha alabilirim.


Onunla ben evimizi sırtımızda taşırdık
İçimize alınca ağır geldi
Aslında yalnızca sevebilsek yeterdi


3.Bardak

Kalkışa hazırlanıyorlar, çığlıklar ata ata gidecekler. Dertleri gitmek değil, dertleri çok kuru, gevrek. Neden vazgeçtin kahvenden anlamıyorum, çok kalınca acılaşır bunlar. Tamam, bence birkaç dalın ve suyun sorumluluğunu alabilirim üzerime. Gitmeye hazırlandılar, yarın sabah hatta bu akşam farklı olacak dönüşleri, kalsalar da farklılaşabilirdi tabi, değişmeyen değişim… Çikolatanın, aromalı sakızların kokusu uçar, senin kokun dönünce de aynı mı olacak? Bir bardak daha içseydik birlikte, ben yakmadan parmak uçlarımı. Belki bir sigara içimlik mesafe, bir öpücük, bir öpücük daha diğerinden kısa. Biliyorum zaman yok, mekanlar karmaşıklaşmak zorunda, sesler değişmek, nefes almak zorundayız.Temizlemek ve kirletmek, bazılarımız gitmek ve dönmek zorundayız. Öyle gidişler değil bunlar, biliyorum. Gitmek yine de gitmek bazen, yanına bir şeyler alarak ya da almadan. Siyah mı demiştin beyaz mı, susmuş muydun gülmüş müydün kızmış mıydın yoksa, hatırlamıyorum. Ben yalnızca bekledim ve nefes aldım, içime çektim kokunu, tenine dokundum.Açsan bir şeyler hazırlayayım, ocakta çayımız demleniyor.

Var olamayışım oluşuma aykırı
Yapamam artık yalnızca yazabilirim

berfinbinbir.
19 Ekim 2010/Kadıköy

Son Bahar'a Hazırız

“ Size o kadar güzel şeyler vereceğim ki kendinizi berbat hissedeceksiniz.”

Kesik saçlı anne’sizlere çıkıyor sokakların
En çıkmazı ‘ben de isterdim’lerde
Ölüyor bir kadın sevgisinden çocukların

“Ben de severdim geçmişte bir yerde bir kadın”

Kızlığını kaybetmeyi seven
Sever anneliğini de kaybetmeyi
Ne güzel doğmuştuk
Bak ne biçim ölüyoruz şimdi

“Ölümü bilmeyen yaşamı haketmez”
diyordunuz

ben öldürdüm onu
onunla ben öldüm

“ anne, artık ağlama. Geri döndüm”



hemen sonradan biraz öncesi 2010/ Kadıköy

Bekleyiş


Sen vardın, buradaydın
Olmasaydın beklerdim

Bir martı çığlığı aşkın ekşimsitadı
Soğuk bir gecede sıcak şarabın
Sonucu hep feryata dönüşen kahkalarımızın
Kulak tırmalayışı, ayrılığın dönüşü aşka
Aşk!

Annesiz çocuklardık, büyütmeye çalışırdık bizi büyütenleri, özlerdik bir kucağı arar da bulamazdık. Dolaşırdık, çıkmaz sokaklardık. Küçüktük büyürdük fakat büyümeyecek çocuklardık. Onlarsa yoktu,biz beklerdik gecelerden sabahlara, sabahlardan gecelere arardık; aralardık kavuşma saatlerini, saatlerin arasındaki boşluklardık. Ne çok severdik!


Trenlere binerlerdi onlar
Biz kalırdık
Vapurlarla giderlerdi
Biz beklerdik

Bir paşayı severdim ;paşa da ne paşa heybetli, gösterişli biraz da sinirli. Şarkılar söylerdim ona gürültüsünde duyulmazdı. O vapurları sarardı ,trenleri severdi. Ben de severdim trenlerle vapurların buluştuğu kimseleri. Onlar giderdi bir paşanın içinden, hiç tükenmeden, dönmeden arkalarına çekip giderdi. Paşa şehrin içinde; paşa benim, ben paşanın içinde, beklerdik. Beyoğlu onun oğluymuş, o başka bir beyin oğlu. Uzaktaydı ondan uzaktan severdi, kavuşamayacakları belliydi. Trenler geldiler ve gittiler, gittikçe geldiler vapurlar; birleştiler. Ben dağıldım paşanın içinde, paşa hep benim içimde. Çocuklar vardı, vapurları anneleri sanardı, hiç büyümeyecek annesiz çocuklardı. Rüzgarlı anne kucağına yatarlardı her gün, her geceyse uzaktan bakarlardı. Vapurlar giderdi, annesiz kalırdık. Ayrılırdık.

Geceler soğurdu kahkahalarda
Feryatı boş kadehlerimizin
Gözyaşının ekşimsitadı
Ağzımız dilimiz yanardı
Hayatın acısında bazen
Dönüşmüyor ayrılık aşka
Ayrılık!


berfinbinbir
10.10.2010 / Kadıköy

10 Eylül 2010 Cuma

Gökyüzü bembeyaz sevgilim ,
bu gece de yanımda ölür müsün?



6 Eylül 2010 Pazartesi

Jezebel


Jezebel, bana onlardan uzakta bir yer göster.

Yakıcı bir koku her yeri sarıyor, gözlerimi açıyorum. Onlarca insan dikkatle yüzüme bakıyor ilk defa insan görmüşler gibi. Beyaz eteğim çamur olmuş, ellerim titriyor. Burnumda hala yakıcı bir koku, birisi elini ağzıma burnuma dayıyor, itiyorum. Çekmezse bir kez daha bayılacağım bu kokudan. Birisi bağırıyor " Açılın azcık nefes alsın kadın." haklı, sayenizde öleceğim nefessizlikten kalabalık şehirlerinizde. Kiminiz sevineceksiniz, kiminiz üzülmüş gibi yapıp daha çok seveceksiniz öldüm diye. Kalabalık dağıldıkça yeni bir kalabalık oluşuyor. Seyirlik hayvanları anlıyorum bir kez daha. Ne kadar çok ölürsem o kadar mutlu olacaklar, akşam sofralarında anlattıkları hikayeler o kadar heyecanlı olacak. Titreyen ellerimi yere dayayarak zar zor kalkıyorum, bana uzatılan eller geri çekiliyor. Beyaz eteğime bakıyorum hüzünle, şehrin çamurunu atıyorum üzerinden. Ayağa kalktığımı görenler dağılıyor; bu kez de malzeme çıkmadı onlara, ne yazık. Bir iki kişi yüzüme bakıyor ısrarla, ellerindeki kolonyayı uzatıyorlar bir kez daha, tiksinerek teşekkür ediyorum. Birisi çantamı uzatıyor alıyorum arkasından fularımı zoraki gülümsüyorum bir kez daha. Dizlerim titreyerek devam ediyorum yola. Neredeydim? Ne yapıyordum ? Hatırlamaya çalışıyorum. Hatırlayamayınca pek de gerçekçi olmayan bir tahmin yürütüyorum: " Doğru ya, hatıralarımı arıyorum.". Bütün kuytu köşelere bakıyorum, kesin bir yere sakladım onları da yine unuttum. Şarapçıların ceplerine bakıyorum uzaktan, kağıt toplayıcıların eldivenlerinin içine, eskicilerin arabalarına; insanların sevmedikleri yerlere kaldırmış olmalıyım onları. Belki de kaldırmayı düşündüğüm günlerden birinde düşürdüm yolun orta yerinde kim bilir belki de saçıldılar sokaklara, taşların aralarına."Kimdim ben, neydim? "diye soruyorum, belki oradan bir ipucu çıkar. Hatırlayabildiğim tek şey:
Bir boşluk mu şimdi gerçekten hatırladığım tek şey? Doğmuş ya da doğmamış çocuklarım, bir evim, bir arabam belki bir işim ya da boşandığım bir eşim, annem hatta babam ya da düğünler, akrabalar, cenazeler, yüzler, isimler… Ya da bir ses, belki bir koku. Evet, deniz kokusuna karışan bir ıhlamur kokusu hatta biraz yanık şeker var içinde, en net hatırlayabildiğim. Oralarda bir yerde duruyor olmalı hatıralarım, o kokuya yakın bir yerde. Yoldan geçen bir kadını durduruyorum, önce üstüme başıma bakıyor sonra titreyen ellerime, biraz geri çekiliyor.


-Koku alır mısınız?

-Anlayamadım?

-Koku alabiliyor musunuz? Deniz kokusu mesela ya da ıhlamur ağacı belki yanık şeker?

-…

-Hiç biri mi?


Korkup gidiyor. İnsanlar gerçekten koku mu almıyor? Belki hastadır diyorum, burnu tıkalıdır. Birine daha sormak için yaklaşıyorum, gözlerini kaçırıp uzaklaşıyor. Sanırım çok pis görünüyorum. Bunu daha önce de yaşamışım gibi, anlamamak için kaçan insanlar görmüştüm sanki dünyanın bir yerinde. Bildikleri halde gözlerini kapatanlar, görmüştüm.

Jezebel, bana anlayacak kadar korkak olmadıkları zamandan bir an göster.

Dizlerim iyice titriyor, sanırım açlıktan. Bir şey yiyip yemediğimi hatırlamıyorum. Çantamı açıyorum; parçalanmış kağıtlar, bisküvi kırıntıları, dökülmüş tütünler, kırık kibritler. Çantamın içi de en az benim kadar pis, bir sigara çıkarıyorum paketten, biraz yamulmuş, karton paketlerden almalı artık. Çakmağı arıyorum el yordamıyla, bakmayınca daha rahat bulurum bu tür şeyleri. Çıkarıp yakarken rüzgar çıkıyor, hep böyle olmaz mı zaten ? Elimi kokluyorum hala kolonya kokuyor, sigara kokusu bastırır diye düşünüp sakinleşiyorum. Asıl amacımdan sapmamalıyım, hatıralarımı bulmalıyım fakat pek gücüm kalmadı. Bana yardım edeceğini söyleyen bir kadın vardı, ama sanırım o da kendi işlerine daldı. Ayaklarım beni ev yoluna sokuyor. Bu gece de bir karabasan, bu gece de üstüme çökecek duvarlar. Binalar, binalar, binalar tonlarca bina var, hatıralarımı buraya gömmüş olamam. Ev yolu, çabuk geçiyor her zaman binaların arasında koşmayı tercih ediyorum her gün. Beni yutacaklarından korkuyorum. Bir iki insan tanıyorum binaların yuttuğu, bir daha deniz göremiyorlarmış, ağaç da yokmuş. En iyisi koşmalı. Hem yarın daha temiz giyinir çıkarım sokağa, bu sefer bulurum hatıralarımı.

Jezebel, ben sen olamıyorum. Bana senin gibilerin olmadığı, yaşadığım yeri göster.


berfinbinbir 05.09.10

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bir Şehrin Yok'oluşundan Dora'ya


İnsanlar sokağa çıkın
Palyaçolar bu gece evlerinizi patlatacak!

"Dora, kimse sesimi duymuyor."


Hareket başladı
Kedisiz ve atsız bir dünyanın hayalini kuranlar
İlk adımlarında kuşları kafese koydular.

"Dora senin de hayalin var mı?"


Kamyonlar denize çimento boşaltıyor.
Artık aynı olacak her şey
Artık her yer gri olacak.

" Sen en çok maviyi severdin, Dora."


Bu şehre ağır yasalar geldi.
Kafasını kaldırım aralarından çıkaran tüm çiçeklerin kellesi vurulacak.

"Dora artık dilediğince yürüyebilirmişsin."

Palyaçolar şarkı söylüyor
Palyaçolar şiir okuyor
Palyaçolar inadına
inadına ağlıyor, gülüyor
ölüyor ve öldürüyor.


Dora! anneme söyle bana acısın biraz.
İnsanlar kaçsın.

Dora! arkadaşlarıma söyle ağlasınlar ardımdan.
Evler yanıyor.

Dora! babam kahrolsun. Kalbi dursun.
Şehir tutuştu.

Dora! kedim beni özlemiş midir?
Yakarışlarını duyuyorum.

Dora! çok mutsuzum.
Palyaçolar gülüyor.

Dora!
İnsanlar üzüldü gidişime; annem acıdan, kedim açlıktan öldü.Babamın kalbi durdu. Bir şehir yok oldu.

Sen bana acıma
acı çek Dora!
Acın artık güç veriyor bana.

Bir şehrin betonlarında, upuzun griliklerde
İnsanların yakarışlarında gebert beni.
Dora.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

var'oluşa atsız yolculuk




Korkak ve umutsuz

bugün sevecekler çocukluğumu


"anne sivilcelerim büyüyor gitgide"






Yanmıştım
bir tutuş'tu kanım
Kız'mış'tım
Kadın oldum

"da onlar nasıl hiç değişmeden kalabiliyor anne?"

Anahtar deliğindeki gözü gördüm
Kırık aynada sivilce sıkıyordum
Delikteki fareye döndüm

- fısıldadım

"Korkma benden. Yılanın başı küçükken ezilir"


- ama ben Korkuyordum

hala Korkuyorum -






"Onlar büyüdükçe anne sana daha çok benziyorum "

"Artık korkma anne..."


"...yazdığım tüm şiirler anahtar deliklerinde"